Futbol ve kültürü artık kendisine kayıtsız kalınamazmış gibi hayatın her bir alanında yer ediniyor. Kamusal, özel alan ayrımı gözetmeden hem de. Toplumsal yapıda günlük konuşmaların seyrini maçlar, futbolcular, takımlar belirliyor. İnsanlar arasında fakir-zengin ayrımlarında olduğu gibi "Beşiktaşlı- Galatasaraylı" ayrımları oluşuyor. İnsanlar kendilerini bu takımlarla ifade etmeye yöneliyorlar. Söyleyeceklerini, sevinçlerini veya nefretlerini bu takımlar üzerinden anlatıyorlar. Hemen hemen her insanın tuttuğu bir takım mutlaka var. Hele takım tutmamak tam bir meczupluk belirtisi. O nedenle takım tutmayanların ağızlarından genellikle şu cümle çıkar: "Herhangi bir takım tutmuyorum ama gönlüm milli takımdan yana."
Toplumun hemen her kesimindeki bu futbol fanatizminin ortaya çıkarabildiği "ürün" ise –bu takımların aldığı paralar hariç- hiçbir şey. Kültürel, siyasal, felsefi hiçbir geliştirici yön ortaya çıkmıyor. Çünkü insanların dünyaya dair tahayyülleri ne yazık ki çoktandır stadyumlara sıkıştırılmış halde.
Tahayyül sınırlarımızın stadyumların büyüklüğüne oranlanmasının ardında tabii ki hummalı bir çalışma sözkonusu. Rıza üreticisi (ya da rızasızlaştırıcı) medya ve onun temsilcileri bütün gücüyle futbolun bir an bile insanların gündeminden düşmemesi için uğraş veriyor. Medyanın bu çabasının ardında da ter döken egemenler.
* * *
Futbol yerel bir spor değil, insanların ilgisi de. Bir tür enternasyonel duygu futbol sevgisi. Sudan'dan Yunanistan'a, Brezilya'dan İtalya'ya, Amerika'dan Azerbaycan'a kadar yek vücutmuşcasına insanlar stadlara doluşuyor, televizyonların başına geçip tuttukları takımın tezahüratını yapıyor. Yazık ki futbola olan bu enternasyonel ilgi milliyetler, cemaatler vs. arasında enternasyonel duygular yaratmaktan epeyce uzakta. Hatta az ileri gidip, tamamen yenişmeye, rekabete dayalı bu sporun insanlar arasında düşmanlıklar yarattığı dahi söylenebilir. Milli takım maçlarında çıkan gerginlikler, bu yıl Türkiye'de sezon başında insanların ölümüyle sonuçlanan çatışmalar bunun göstergeleri. Dünya çapında ilgi gören böyle bir spor dalında ulus devletler gibi ulus takımlarının olması dahi tam bir ironi içeriyor. Enternasyonal ilgi gören bu sporda enternasyonal -her milliyeti içinde barındıran ve kaygısı bir devlete galibiyet sağlamak olmayan bir takım- neden yoktur mesela?
* * *
Futbol oyununun mantığı da kendisine diğer sporlardan ayrı bir ehemmiyet veren kapitalist sistem mantığından pek farklı değil. Kapitalizmde de olduğu gibi her şey yenme ve rekabet üzerine bina edilmiştir. Rakibini alt eden kazanır ve şampiyon da yine o olur. Bu oyunda zayıfa yer yoktur. Zayıf her zaman küme altı olmaya mahkumdur. Oyunda –tıpkı kapitalizmde olduğu üzre- alt ve üst kümeler vardır, bu kümelerin ve kümelerdeki öznelerin yer değişmesi imkânsız gibidir. Bildim bileli Hakkarispor en alt küme olan 3. ligde, Galatasaray ise her zaman en üst küme olan 1. ligde yer almıştır. Bir tür kast sistemi, veya onun biraz esnetilmişi.
Futbolun kapitalizmle olan tek benzerliği oyunun mantığı değil şüphesiz. İki "oyun" arasındaki en bariz benzerlik paranın hakimiyetidir. Bu oyunda parası olan kazanır, şampiyon olur, en güzel tesislerde antrenman yapıp, en düzgün stadyumda maç yapar. Parası olmayan takımın ise parasız bir işçiden/ işsizden farkı yoktur; en kötü koşullarda oynayacak/ yaşayacaktır. Kural budur. Kurala uymayan ofsayta düşecektir. Bu oyunda –tıpkı kapitalizmde olduğu üzre- oyuncular alınır satılır. Oyuncu oynadığı oyuna –işe- yabancılaşmıştır. Tek amacı daha fazla para kazanmaktır... Oyuncu "değeri" olan bir özne değil, maliyeti olan bir meta konumundadır.
* * *
Bir televizyon kanalının "eğlence" programında (Kanal D, Şansa Dansa programı) kameraların önüne dört bayrak çıkarılıyor. Biri Türkiye'nin, diğer üçü de "üç büyük" futbol takımının. Anlıyoruz ki milli bayrağa yeni bir bayrak eşlik edecek bundan böyle; futbolun bayrağı. Nasıl ki bu topraklarda milli bayrağı görmemek imkânsız ise, futbol bayrağına da kayıtsız kalmak mümkün değil. Bütün televizyon kanallarında futbol programları, bütün gazete ve dergilerin futbol sayfaları, futbol haberleri, futbol analizleri, röportajlar vs, vs, var. Sırf futbol magazini yapan programlar insanların en çok izlediği kategorilerinde yer buluyor kendine. Bu futbol fanatizmine eleştirel yaklaşması beklenebilecek, siyasal, felsefi, edebi meselelerde fikir üretenler, yani bir bakıma "mahallenin şık abileri" bir bakıyorsunuz ki sayfalarca maç kritikleri yapıyor, Hakan Şükür'ün veya bir başka futbolcunun pozisyonlarını "tartışabiliyor." Ağdalı bir dille futbol takımlarının veya oyuncularının analizleri yapılıyor. Futbolcuların ortaya çıkardığı "portreleri" incelemeye alınıyor vs… Özetle belki de hiçbir alanda olmadığı ölçüde bir külliyat yaratılıyor.
* * *
Futbolun rekabete, güç ilişkilerine, iktidara, paraya dayalı mantığının hayatımızla "oynamaması" için stadyumların dışını görebilecek gözlere ihtiyacımız var. Ama eğer stadların dışına çıkamıyorsak bile hiç değilse tribünlerden inip topa hep birlikte vurmayı denemeliyiz. Kırmızı kart göstereceklerini göze alarak hem de!